Eflatun Film, yapımcısıolduğu “Sen Aydınlatırsın Geceyi” filminibiraz damevcut dağıtımOLANAKLARINIprotesto ederek bildiğimiz anlamda vizyona sokmamıştı. Filmin ilk kez seyirci karşısına çıktığı nisan ayındaki İstanbul Film Festivali’nden bu yana birçok özel gösterim gerçekleştirildi ve film seyirciyle buluştu.
Yapımcıların dikkat çektiği şey, “Sen Aydınlatırsın Geceyi” ve benzer filmlerin dağıtım aşamasından mahkum edildikleri ‘piyasa koşullarının’ filmlerin seyirciyle buluşması konusunda ciddi sıkıntılar yaratıyor oluşuydu. Bu adaletsizliği gidermek üzere geliştirilen ‘Başka Sinema’ projesi bir filmi en azından bir ay boyunca -şimdilik- dört salonda vizyonda tutmayı hem yapımcının hem salon sahibinin hem de seyircinin kazançlı çıkacağı bir yapı kurmayı hedefliyor. Ayrıntılar medyada yer aldı. Merak edenler ‘Başka Sinema’nın sosyal medyadaki adreslerinden gelişmeleri takip edebilir.
Bu hafta gösterime giren “Frances Ha” ile birlikte ‘Başka Sinema’nın vizyona soktuğu ilk film olan “Sen Aydınlatırsın Geceyi”, Onur Ünlü sinemasında bir devamlılığa ama aynı zamanda yepyeni bir durağa işaret ediyor.
Onur Ünlü’nün “Polis”ten itibaren kurmaya uğraştığı fantastik evren, “Güneşin Oğlu”, “Beş Şehir”, “Celal Tan Ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi” ile kat ettiği mesafeyi burada bir üst noktaya taşıyor.
İki güneş ve iki ayın aynı anda aydınlattığı bir taşra kasabasında suçluluk duygusuyla cebelleşen karakterlerin peşi sıra gidiyoruz bu kez. Duvarların içinden geçen, zamanı durduran, parmaklarını silah gibi kullanan, eşyalara hükmeden, görünmeyen, ölemeyen karakterlerle bezeli bu hikayeyi daha da çekici kılan şey filmin bütün bunları hiç umursamaması. İnsanları diğerlerinden ayrı ve ‘özel’ olduğuna inandıran yeteneklerin hiçbir kıymet-i harbiyesinin olmadığı bir yerde geriye sadece insanoğlunun ‘derin’ yanları kalıyor: Endişe, korku, suçluluk, merak ve beklenti…
Bu yüzden duvarların içinden geçebilse de suçluluk duygusu Cemal’in peşini bırakmıyor. Yasemin’in katlanmak zorunda bırakıldığı hayatların karşısında bütün eşyalara hükmedebilmesinin hiçbir hükmü yok.
Bir türlü ölemeyen, ölemediği için de iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı artık ayırt edemez duruma gelen Dündar’ın çok şanslı olduğunu söyleyebilir miyiz? Neticede dönüp dolaşıp hepsinin geldiği nokta filmin açılışında karşımıza çıkan o yazı: “İnsan endişeden yaratılmıştır.”
Onur Ünlü, “Polis”ten bu yana yaptığını yapmaya devam ederek insan dediğimiz varlığın
‘süfli’ yanlarını koyuyor bir bir perdeye yeniden "Sen Aydınlatırsın Geceyi" ile. Tam da bu yüzden hikaye büyük dalgalanmalarla, inişlerle çıkışlarla ilerlemek yerine daha çok anlarla, o anların karakterlere verdiği ivmelerin yönlendirmesiyle buluyor yolunu. Bu serbest salınmanın yarattığı birtakım sıkıntılar da mevcut. Örneğin, doktor ve genç kız karakterleri ayrı ayrı Cemal’in anlarına dokunup onun seyrini değiştirirken; birbirleriyle kurdukları ilişki hikayenin içinde işlev kazanamıyor bir türlü. Ya da daha önceki Onur Ünlü filmlerinde olduğu gibi kadın karakterlerin bir türlü büyüyememesi, derinleşememesi ve aslında biraz da birbirini tekrar edip durması filmin gücünü azaltıyor. Onur Ünlü evreni daha çok erkek dünyasının dertlerinden mustarip ve bu yüzden kadın karakterler bir türlü serpilip büyüyemiyor. Kim bilir belki de tam da bu nedenle Onur Ünlü filmleri ‘gayet iyi olmuş’ ve ‘daha da iyi olacak’ duygularıyla aynı anda ‘daha iyi olabilirmiş’ tadını bırakıyor zihinlerde. “Sen Aydınlatırsın Geceyi” de bu yorumdan azade değil. Sinemamızda hiç de alışık olmadığımız bir estetiği ısrarla denediği ve her defasında daha iyisini yaptığı için ‘çok iyi olmuş’ dediğimiz ama belki benim de anlamadığım nedenlerle ‘daha iyi olabilirmiş’ duygusunu da bir kenara atamadığımız ‘Bir Onur Ünlü filmi daha!’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder